'Babil tam bir kaotik hayatların içinde var olma savaşı'
Nur Fettahoğlu 'Babil' dizisindeki Eda karakteriyle hayli iddialı geliyor. Fettahoğlu ile yeni dizisini ve hayatını konuştuk.
'Babil'in fragmanında geçen şu cümleden çok etkilendim: Kabul etsen de etmesen de kader diye bir şey var. Hep üstüne düşünür ama net bir cevap bulamam. Siz inanıyor musunuz kadere?
Hayatın bazen siz ne kadar inat etseniz de diretseniz de size özel planları olduğuna inanıyorum. Küçük ya da büyük... Diretip de bir türlü olmadığı için dertlendiğiniz ama sonra olmamasının daha iyi olduğunu fark ettiğiniz olayları düşünün mesela. Belki klişe olacak ama bence en önemlisi deneyimlerimizden ne öğrendiğimiz, nasıl davrandığımız ve bu olayların bizi nasıl olgunlaştırdığı.
‘Aşkı Memnu’dan bugüne, yürüdüğünüz yola bakınca ne hissediyorsunuz? Güzel miydi, zor muydu, nasıl anlatırsınız?
Her yolculuğun kendi içinde zorlukları var. İnanmakta zorlandığım kadar güzel anlar da üzüldüğüm, yıprandığım anlar da oldu. Belki bu anlarda kendimi kapatsaydım, şu an hâlâ oyunculuk yapıyor olmazdım. Ama içime döndüm, neden bu şekilde bana yansıdığını düşünüp oradan yola devam ettim. Bir çeşit içsel yolculuk… İnsanları algılama, kendini anlama ve yaşadığın tüm kırgınlıkları, mutlulukları, çelişkileri başka bedenler olarak geri döndürmek gibi düşünün.
Bir süre üst üste dönem işlerinde yer aldınız. Öyle mi denk geldi sizin tercihiniz miydi?
Aslında aralarda günümüz işleri de vardı. Özel bir tercih değildi, daha çok o dönem gelen senaryoların yönlendirmesi oldu.
Şu an bulunduğunuz yerde, kaderin mi yoksa yaptığınız seçimlerin etkisi mi daha büyüktür?
Sanırım kaderin de bir parmağı var. Ancak ben de vazgeçmedim, pes etmedim ve kendime inandım. Her noktada, her kararda olumlu yanlar kadar olumsuzluklara da odaklandım. Hem kendi sesimi hem başkalarının sözünü dinledim. Uzunca düşündüm ve sonunda hep iç sesimle hareket ettim. Hisle düşünce arasında, muğlak bir pusula var. Ama sonunda kararımı verdiğimde bir sürü engelle de karşılaşsam durmadım. Bu nedenle, hâlâ kendimi ifade ettiğim yerdeyim.
'Babil'de iyi bir annenin aynı zamanda tutkuları yüzünden tehlikeli bir karaktere dönüşebilmesi ilginç geliyor. Sizin iyi ve kötü tanımınız ne?
Mutlak iyi ve kötüden çok, tercihler ve bunun sonuçları önemli. Her şeyi siyah ve beyaz olarak görürseniz, otomatik olarak keskin yargılara sahip olursunuz. Kendimi bu keskin yargılardan uzaklaştırmaya çalışıyorum. Ama tabii ki insanız... Dolayısıyla hepimizin içinde var bu belirsizlik.
Koşullar da insanları dönüştürüyor değil mi?
Tabii ki! Her ortamda başka bir kimliğe, karakterinin başka bir yüzüne bürünebiliyor insan. Kimi yerde bu tercihler var olma savaşına dönüyor ve bu anda başkasına gelebilecek zararlar önemsizleşiyor. Bu ortamlar ve durumlar, toksik, yani insanın içindeki en entrikacı, en tehlikeli yanları çıkartabilecek potansiyelde. Böyle görüyorum karakteri. Var olmak zorunda, çocuğunun varlığını korumak zorunda. Bunun için de ne gerekiyorsa yapıyor.
Benim, sizin oyunculuğunuzdan en etkilendiğim karakter ‘Fi’deki Billur’du. Acaba ters köşe roller insanın içindeki potansiyeli daha mı açığa çıkarıyor?
Karmaşık, çelişkili, kendi içinde savaş veren ve kolay şekle girmeyen karakterleri daha çok seviyorum. Karakter köşeli olduğu zaman tepkileri ve davranışları tahmin edilebilir ve tekdüze bir hal alıyor. Sürprizleri olan karakterleri oynaması her zaman hem daha zorlayıcı hem de keyifli.
'Babil'de nasıl bir hikayenin içinde izleyeceğiz sizi? Eda nasıl bir karakter?
'Babil', çıkış yolu kolay gibi gözüken ama bir o kadar da çaresizlikle örülü, tam bir kaotik hayatların içinde var olma savaşı. Eda ise ailesine bağlı, kocasına aşık, oğlu için her şeyi göze alabilecek bir kadın. Tutkuları olan ve hayatını sürekli kontrol altında tutmaya çalışan biri. Pragmatik ama kontrol elden gitmeye başlayınca da hırslarıyla ve korkularıyla savaşıyor.
Nasıl biri için “İyi ve güzel insan” dersiniz? Nasıl biri karşısında koruma kalkanlarınız yükselir?
Davranışları değerlendirirken, onları yargılamadan önce “Bu yaptığının arkasında ne var? Onu buna zorlayan düşünce ve hisler neler?” diye düşünmeye çalışıyorum. Bir tanım yapmam gerekiyorsa, iyi insanın kendisiyle barışmış ve tutarlı bir insan olduğunu düşünüyorum ki bu da her alanda kendini belli eder. Kendinden nefret eden ve bu pusula doğrultusunda her şeyi kendine saldırı olarak gören birinin motivasyonu ve davranışları insanı ister istemez ürkütür. Bu insanlar her şeyden önce kendine zarar verdiği için uzak durmayı tercih ederim.
Hayatın bütününde nelerle dertleriniz var?
Eşitsizlik… Özellikle son zamanlarda çok sıklıkla şahit olduğumuz çocuk istismarları ve şiddetin artık sosyal medyanın da etkisiyle her an karşımızda olması. Ne kadar sesimizi çıkartsak da bir noktadan sonra tepkilerimizin de yetersiz kalması… Bu, maalesef bir sürü olumsuz şeyi normalleştiriyor. En büyük felaketlerle, en sıradan ve belki de önemsiz haberi aynı sıklıkla ve aynı ortamda ediniyoruz. Sanırım bu da bizim hissizleşmemize yol açıyor.
Kendinizi en eleştirdiğiniz, sınırlarınızı en zorladığınız konular neler?
Kendimi her konuda çok eleştiririm. Bunun da olması gerektiğine inanıyorum çünkü yenilenmek bence kendine soru sormak ve sorgulamaktan geçiyor.
Karadenizlisiniz. Çok karakteristik özellikleri olduğu söylenir hep. Sizin karakterinizde Karadeniz ruhu ne kadar var?
Epeyce var... Karadeniz çoşar sonra bir anda durulur. Hem coşkusunda nefes kesicidir, hem durgunluğunda. Karadeniz insanının her şey dilindedir, içinde kötülük barındırmaz. Duygularımızla ve ani hareket etmeye eğilimliyiz. Bu enerji ve hızlı karar alma beceresini yaşam enerjisine dönüştürmek önemli olan.
Çok net, dakik ve disiplini bir insan olduğunuzu söylemişsiniz. İlk anda kulağa biraz sıkıcı geliyor. Bu bir ön yargı mı? Siz kendinizi eğlenceli buluyor musunuz?
Bence bunlar sıkıcı değil. Aksine karşı tarafa saygınızdan, hem kendinize hem de diğer insanlara daha etkili ve değerli vakti verebilmek için gerekli. Hele ki İstanbul hepimizin hayatına yeteri kadar kaos katıyorken… Nur’u sorarsanız ben cevap veremem kendisiyle çok fazla teşrik-i mesaimiz var (Gülüyor). Ama çoğu zaman beni ziyadesiyle güldürür.
Kendinize bir konuda teşekkür etseniz hangi konuda teşekkür ederdiniz?
Sabrıma, inadıma ve iç görüme teşekkür ederdim.
İnsan anne olunca gerçekten içinden başka bir insan mı çıkıyor?
Evet! Kesinlikle içinden bir Amazon çıkıyor! Bazen inanılmaz güçlü hissederken, bazen de inanılmaz savunmasız ve neredeyse saplantılı olabiliyorsunuz.
İleride kızınızı seçimlerinde özgür bırakabileceğinizi düşünüyor musunuz?
Onun kendi istekleriyle, kendi seçimleriyle bir birey olması için şimdiden çabalıyorum. Onu sürekli yönlendiren, zorlayan, kendi düşüncelerini dayatan biri olursam nasıl birey olabilir ki? Yeri gelecek üzülecek, bunun sonuçlarıyla yüzleşecek ama onun seçimi olacak.
Siz yaptığınız seçimlerde kendinizi yeterince özgür hissediyor musunuz?
Sorguladığım, özgür hissetmediğim, isyan ettiğim, sustuğum ve beklediğim anlar da oldu, tam tersine çok güçlü hissettiğim, duygularımı ve kararlarımı açıkça ortaya koyduğum anlar da. Ama hep inatçı yapımın faydasını gördüm.
Mahalle baskısına maruz kaldığınız, “Başkaları ne der?” düşüncesiyle yapmak istediklerinizden imtina ettiğiniz olmuş mudur?
Her kadın bir ölçüde bunu yaşıyor. Yanlış anlaşılır mıyım? Ayakta durma mücadelemi nasıl devam ettirebilirim? Dahası dedikodular ve yanlışlığına inandıramadığın olaylar da oluyor. Ancak insan 40 yaşına yaklaşınca bilinç daha başka çalışmaya başlıyor. Hayattaki yerini, isteklerini, beklentilerini daha net bir şekilde belirliyorsun.
Ve o noktada, insanların ne düşündüğünden, “Aman o ne der? Kim ne düşünür? Şöyle yapmayayım” gibi düşüncelerden çok, iç huzurun ve benliğin öne çıkıyor. Bunda kızımın da etkisi çok büyük.