'Bana ait olan her şey şahanedir'
14 yaşındayken oyunculukla tanışmış, yıllarını film setlerinde geçirmiş biri olsa da heyecanını hiç kaybetmemiş Fatma Girik. “Bizim mesleğimiz aşk gibi, katlanarak büyüyor” diyor. Eski bir kabadayının eşi rolünde ‘Babalar ve Evlatları’ adlı diziyle yeniden ekranlara dönen Girik’le dizinin setinde buluştuk. Muzip ve tatlı sert cevaplarıyla keyifli bir söyleşi yaptık.
Fatma Girik’le bırakın söyleşi yapmayı aynı ortamı paylaşmak şahane bir şey değil mi? Aynı zamanda da heyecan verici. Bizim için de öyle oldu; aklımızda Fatma Girik’in efsane filmleri ve tabii ‘Söz Fato’da programındaki sert çıkışları... Zaten aylardır röportaj yapmak için uğraşıyor, yılmıyoruz…
Dizinin yönetmeni Cemal Şan’dan aldığımız olumlu yanıtla Sarıyer’deki sete sabah erkenden varıp beklemeye başlıyoruz. Cemal Bey bizi karşılıyor, yarım saat sonra röportaj yapabileceğimizi söylüyor. İçimiz rahat artık. Demek ki sorun yok! Ancak film ekibinden bir görevli yanımıza gelip röportajın yemek molasında yapılabileceğini fakat henüz Fatma Girik’e bilgi verilmediğini söylüyor. Hafifleyen heyecan dalgamız, yemek molasına kadar iki saat boyunca yükseliyor, yükseliyor… Öğrendiğimize göre Fatma Girik röportaj vermeyi hiç ama hiç sevmiyor, uzun süredir de vermiyor. Dizi vesilesiyle ilk röportajı almış olmanın sevinciyle yemek arasında Fatma Hanım’ın yanına gidiyoruz. Mavi gözleriyle bakıyor, gülümsüyor, tanışıyoruz. Hemen söze girip “Yıllardır konuşuyorum, bıktım artık. Kendimle ilgili söylenecek ne varsa anlattım. Neyimi merak edecekler? Ne fotoğraf çektirmeyi ne de röportaj yapmayı seviyorum” deyince, “Sıkılırsanız bırakırız, sohbet ederiz” yanıtıma “Yok canım ben sıkılmam, sıkılırsam da kalkarım. Hiiiç!” diyor ve sıkıldığı an kimsenin onu yerinde tutamayacağını anlıyoruz.
Tatlı-sert tonda, muzip muzip gülerek kısa, net cevaplarıyla söyleşimiz başlıyor…
- ‘Babalar ve Evlatları’nın nasıl bir hikâyesi var?
Filmle ilgili bana hiçbir şey sormayın. Filmin bir rejisörü var, (eliyle işaret ediyor) bakın orada oturuyor. O anlatır. Biz anlatamayız. Saygılıyız.
- Siz nasıl birini oynuyorsunuz?
Her zaman ki gibi bir anne rolü.
- Daha çok evin ve erkeklerin yükünü omzunda taşıyan bir anne mi?
Evet, dediğiniz gibi öyle bir anneyim.
- Bu hikâyede sizi etkileyen ne oldu?
Beni etkileyen hiçbir şey olmadı. (Göz kırpıyor) Her zaman oynadığım annelerden birini oynuyorum. Beni etkileyen yönetmenimiz Cemal Şan’la ilk kez çalışıyor olmamız. Değişik bir rejisör. O yüzden farklı.
- Sinema filmlerinden çok dizilerde oynamayı sevdiğinizi okumuştum…
Gerçekten dizileri seviyorum. Sinema filmleri başlıyor ve bitiyor. Zaten 53 senedir film çekmişim, bıkmışım. Sinema filminde oynasam ne olur, oynamasam ne olur. Diziyi sevmemin nedeni bir devamlılığın olması ve uzun müddet arkadaşlarınla birlikte olabilmek. Her hafta heyecanla seyrediyorsun.
BEĞENİLMEK İSTİYORSUN
- Yüzlerce filmde oynamış birisiniz, ilk günkü gibi heyecan bitmiyor değil mi?
O duygu kaybedilse işin tadı kalmaz. Aşk gibi bu meslek. Katlanarak büyüyor. Başka başka tatlar alıyorsun. Mesela kendimden anlatayım; bir mağazaya giriyorum, bir elbise beğeniyorum hemen giyinip mağazanın aynasında sağıma soluma bakıp “Acaba Memduh (Ün) beni böyle beğenir mi? Alsam mı?” diye soruyorum kendime. Halbuki Memduh beğense ne olur, beğenmese ne olur? Sonuçta 92 yaşında bir adam, 69 yaşında bir kadın var ortada. Başka bir şey alsan ne olur değil mi? Ama yine de kendini ona beğendirmeye çalışıyorsun. Aslında bu çok da anlatılmıyor ancak yaşanıyor.
- Onca yıllık ilişki o tazeliği koruyor mu gerçekten? Gerçi anlattıklarınıza bakılırsa heyecan hâlâ var…
Var ama o heyecanlı duyguların yerini farklı duygular alıyor.
- Bu kadar yıl bir erkekle birliktelik sürdürmek zor değil mi?
Ben de sana sorayım; mesela biriyle beraber oluyorsun diyelim iki ay sonra başka bir adamla, üç ay sonra da başka bir adamla birlikte oluyorsun, bu zor değil mi?
- Benim açımdan her defasında yeni bir erkek zor. Tanıdığım, bildiğim sular daha güvenlidir.
Tabii ya tanıdığın biri işte… Kaşını kaldırdığı zaman sinirli mi? Elini beline koyduğu vakit ne oluyor? Ayağını hızlı hızlı salladı mı ne demek istiyor? Her şeyini biliyorsun. Sonra ne demekmiş bir o adam, bir bu adam. Öyle şey olur mu? (Gülüyor)…
- Ne diyeyim maşallah yıllarınızı tek bir adama vermişsiniz…
Tabii ya, 53 sene ne demek? Dile kolay.
- Peki, hiç mi beğendiğiniz başka erkekler olmadı?
Beğenmekse yine beğeniyorum. Niye beğenmeyeyim? Mesela Tarkan’ı çok beğeniyorum ve çok takdir ediyorum. Onu beğenmek demek hemen “Ay ne güzel şu Tarkan’la da beraber olayım” demek değil ki. İşte söylediğim gibi bazı duyguların yerini başka duygular alıyor.
MEMDUH’U BEĞENİYORUM
- “Bir daha dünyaya gelsem yine Memduh’a âşık olurum, yine sinemada olurum, yine belediye başkanı olurum” demişsiniz. (Bu arada Fatma Hanım, “Evet, tabii, yine beğeniyorum, doğru” diyerek söylediklerime büyük bir keyifle onay veriyor) Bazen “Hayatım böyle gitti de acaba yan sokağa sapsaydım ne olurdu” diye hiç düşünmediniz mi?
Hiç öyle beni yolumdan saptıracak bir şey olmadı. Yan sokakta ne olduğu beni ilgilendirmedi. Bana ait olan her şey çok güzeldir. Benim evim en güzel evdir. Benim annem en güzel annedir. Benim annem en güzel yemeği yapar. Bana ait olan her şey şahanedir. Hiç kimseye imrenmem. Bakarım, “Ne güzelmiş” derim ya da “Evi de hoşmuş güle güle otursun” derim. Ama hiç (sesini değiştirerek) “Ay, keşke benim de olsa, keşke ben de böyle giyinsem” demem. Hiç böyle bir derdim yok.
- Oyunculuğa ilk başladığınız yıllarda ‘en büyük rol, en güzel rol benim olsun’ gibi dertleriniz de mi olmadı?
Hayır, hayır. Senaryoyu alıyorsun eline, okuyorsun zaten oynarsan oynarsın. Oynayamazsan da oynamazsın ama o rolü aldığım vakit de onun hakkını vermek isterim ve hakkımı da yedirmek istemem. “Şu sahneyi atalım, bu sahneyi atalım”, bunu da yaptırmam. Tabii ki senaryo Allah’ın kelamı değil. İnsanlar artık dinde reform yapıyor, senaryo da değişir.
ZAMPARALIK YOKTU
- Peki, sizin döneminizde oyuncular arasında ayak oyunları, rol kapma savaşları olur muydu?
Bizim zamanımızda ne bu kadar zamparalık vardı ne de ayak oyunları…
- Bir de dönemin bütün ünlü isimleri aynı filmde oynardı…
Tabii, film şirketleriyle anlaşan böyle işletmeciler vardı. İki Fatma, bir Türkan, üç Cüneyt diye bir anlaşma yaparlardı. Bizim bir tek Hülya’yla şöyle bir şey olmuştu. ‘Kambur’ filmi için Hülya kambur, Kadir İnanır da kör bir kemancıyı oynayacaktı. Hülya da “Ben kör olayım, Kadir kambur olsun, kambur rolünü oynamam” deyince hemen ben de balıklama kapmıştım o rolü.
- Komşunuz film setlerine figürasyon götürürmüş, siz de annenizle gidermişsiniz. Çekim yaptığınız ilk günü hatırlıyor musunuz?
Kocamustafapaşa’da dört odalı bir evde otururduk. Verem Savaş Derneği’nin tam karşısında. Her odasında bir aile otururdu. Ön tarafta Yeni Sabah Gazetesi’nde çalışan biri otururdu, yanda biz, bir ihtiyar karı-koca, diğer odada bir hanımla oğlu. Evin tek tuvaleti vardı, herkes oraya girerdi. Sabah Gazetesi’nde çalışan figürasyon olarak setlere giderdi. Bizi de götürmeye başladı annemle. Sonra annem film setlerinden ayağımı kesip “Yeter artık ders çalışamıyorsun, okula gidiyorsun” dedi. Aslında ne yapıyorsun, tek göz odanın içinde oturuyorsun işte. Baktım bir gün Ahmet Tarık Tekçe geldi, yeni kurulmuş bir film şirketine götürdü beni. Sahibi de İranlı mıydı, neydi? Talat Gözbak vardı Clark Gable’a benzerdi. Onunla ‘Leke’ diye bir köy filmi çekmiştik. Yakacık taraflarında.
- Memduh Bey’in film setine gittiğiniz günü hatırlıyor musunuz?
Tabii. Marlen Dietrich’in ‘Mavi Melek’ diye bir filmi vardı onun Türkçe versiyonunu çekiyorlardı. Neriman Köksal’la Talat Artemel oynuyordu. Amerikan barda oturacak birine ihtiyaç vardı. Memduh da “Güzel bir kız seçin de bara oturuversin” dedi (gülüyor)… Sonra da beni seçtiler. Gittim oturdum bara. Ama Memduh da “Bunun elbisesi de çok beyazmış” deyince Nerimancığım hemen yerinden kalkıp “Memduhcuğum ben onu şimdi güzelleştiririm” deyip geldi yanıma, renkli eşarbını bağladı boynuma, çıkardı rujunu sürdü. Allah’ım ne tatlı kadındı. Ben de küçük şıllıklar gibi (kahkahalar)…
- Memduh Bey sizi o zamanlardan mı görüp beğenmiş?
O zaman değildi. Çok sonraydı.
- Sizin ilginizi çekmiş miydi?
Çekiyordu canım. Çünkü bütün kadınların ilgisini çekiyordu. Ben de “Kim bu?” deyip bakıyordum.
- O zamanlar kafanıza koymuş muydunuz?
Yok canım! Koca kazık kadar adam ya.
- Memduh Bey’le aynı sette çalışmak nasıldı? Birine kızınca “Tokmak” dermiş.
Ağzından henüz bir küfür duymadım, o en kötü lafıydı.
- Bir yönetmen bir de oyuncu aynı evi paylaşınca hep filmlerden mi konuşulur?
Film bile konuşulmasa da konuşacak çok lafımız vardır. Bitmiş değil. Ben artık yemek istiyorum, hadi ara verelim.
- Yaramaz çocuklara benziyorsunuz…
Ben mi? Bu yaşta, yok canım (gülüyor)…
- Boşuna “Erkek Fatma” dememişler…
(Vücudunu göstererek) Erkeğe hiç benziyor muyum? Erkekler beni kendilerine mâl etmek istiyor. Bakar mısın şu kele? (Balkonda çalışan bir set görevlisini göstererek) Şu kelle benim nerem benziyor? O bir kel, bense saçlı, kaşlı bir kadınım (kahkahalar)… (Bir anda saçlarımı fark ediyor) Senin saçın mor mu? Niye yaptın?
- Renkli olmayı seviyorum… En çok sevdiğiniz filminiz hangisiydi?
Sevmediğim hiçbir filmde oynamadım. Vallahi hepsini severek oynadığım için bilemiyorum. Hangi filmimi seyredersem ona âşık oluyorum.
- Genç oyunculardan beğendiğiniz “Bunda bir ışık var” dediğiniz oluyor mu?
Ben yeni insanları seviyorum. Gençleri seviyorum. “O kötü, bu kötü” diye hiç düşünmüyorum. Olur. Ben de bir sürü yerden kovuldum, bir sürü yerden atıldım ama hiç yılmadım. Memduh’a, “Bu yeteneksiz bir kız, niye bununla uğraşıyorsun” diyorlardı. Memduh “Ben onda bir ışık görüyorum” diyordu. Bazen öyle bir rol gelir ki kendini gösterirsin. (Yerinden kalkmaya hazırlanıyor ve) Haydi çocuklar gitmem lazım, set bekliyor.
HİÇ İLGİM YOKKEN BELEDİYE BAŞKANI OLDUM İLGİM OLDU, O ZAMAN DA BAŞKANLIK BİTTİ
- İlk kazandığınız maaşınızla ne aldığınızı hatırlıyor musunuz?
İlk kazandığım para mı? Maaş deyince aklın kendi işine gitti herhalde (kahkahalar)… Ne yapacağım parayı, anneme, babama vermişimdir. Şimdi hatırladım mavi keten elbiseyle, bir kilo da muz almıştım.
- O dönemlerde çalışan bir kadın olmak zor muydu?
Ne kadını, 14 yaşındaydım. Sonraki yılları soruyorsan kadın olarak çalışmak hiç de zor değildi.
- Belediye başkanlığı yaptığınız dönemle şimdiki belediyecilik anlayışını kıyaslasanız şimdiyi nasıl buluyorsunuz?
Hiç ilgim yok. Zaten ilgim yoktu belediye başkanı oldum. Sonra ilgim oldu o zaman da bitti (gülüyor)…
- Yeniden ‘Söz Fato’da’ gibi bir program yapmak ister misiniz?
Yaptım da ne oldu? Sonuç verdi mi? Vermedi. Kimsenin umurunda oldu mu? İnsanlara derman olduk ama…
- Eski filmlerinizden yeniden çekilmesini istediğiniz var mı?
Hiç sevmem öyle şeyleri, istemem. Bir kere yapılmış bir şeyin bir daha yapılmasından yana değilim.
- Yüzlerce insan tanımış, sahne deneyimi olmuş, belediye başkanlığı yapmış biri olarak bu hayata dair kadınlara söyleyebileceğiniz ne var?
Mesela kadın evi yaptık, benden sonra geldi bir kadın kapattı. “Niye kapattın kardeşim?” diye sorduk. “Badana, boya, temizlik yapacağız” dedi. Benim zamanımda açılmış bir kadın evini kapatıyorlarsa üstelik de bir kadın kapatıyorsa… Allah rahmet eylesin Duygu Asena “Bir kadın evi yap” deyip dururdu. Yaptık. Hiç kimse de “Bu kadın evi niye kapandı?” diye sormadı. Ne diyeyim şimdi? Kendimi bildim bileli Kadınlar Günü için çağırırlar, gidersin, hep aynı şeyleri söylersin, aynı şeyleri dinlersin, döner gelirsin. Gene öbür sene 8 Mart’ta gidersin yine aynı şeyleri söylersin. Yeter ya! Bir gün Kadından Sorumlu Devlet Bakanı olacağım. Yanlışlıkla Fatma Şahin olmuş, Fatma Girik olacaktı (gülüyor)… (O esnada gözü bir ağaca takılıyor ve bir çocuk edasıyla hayretle dallarında ne kadar çok erik olduğunu bize gösteriyor)…
- Bu hayatın size sunduğu en büyük hediye nedir?
Yeteneğim hayatın bana sunduğu en büyük armağandır. Yeteneğim oldu, gerisini de kıvırıyorum zaten. (Üzerine basa basa) Her şeyi yapıyorum.
- Hep böyle olumlu mu düşünürsünüz?
Hep hep böyleyim. Ben hiç daha keşke böyle bir arabam, böyle bir evim olsun demedim. Hiç keşkelerim yok. Keşkelerim günlük olaylardan ibarettir. Mesela bir gün boşumdur; o gün sinemaya mı gitsem, kitap mı okusam, evi mi yerleştirsem, o film daha uzun süre oynar, dur onu yapayım bunu mu yapayım derken “Ay keşke şunu yapsaydım” derim en fazla. Budur. Günlük keşkelerim vardır.
- Hayatınızdan oldukça memnunsunuz o zaman…
Çok mutluyum, çok memnunum. Hayatımda hiçbir şeyin fazlasında gözüm olmadı. Hiçbir zaman da olmadı.
40’INDAN SONRA AZMIŞ KADINLAR VARDI, ÇOK HOŞTU
- ‘Altın Kızlar’ dizisi ve oynadığınız rol şahaneydi, keşke devam etseydi…
Ben zaten en başından “O yaşlı kadını oynarsam bu dizide olurum” demiştim. Güzel bir projeydi, çok seviyordum. O projeyi Türkçeleştirdiler. Tezatlığa bakın. Evde çalışıp para kazanan yok. Nevra’nın (Serezli) oynadığı karakterin ne iş yaptığı belli değil; Türkân (Şoray) bir yerde sekreter. Benim kızımı oynayan öğretmenlik yapıyor, öğretmenin de aldığı maaş belli. Hatırlarsan dizide onlara “Siz motor musunuz, bu şahane evde nasıl oturuyorsunuz?” diye soruyordum (kahkahalar)…
- Nevra Serezli’nin oynadığı karakter sürekli erkeklerle birlikte olur bir türlü de mutluluğu yakalayamazdı…
Olsun, onlar çok güzeldi. Kadınlar 40’ından sonra azmışlar, çok hoştu. Onlar olsun. Mesela eskiden filmlerde randevuevleri yapardık. Tüller, morlar, pembeler, kadın gelir, hafif loş ışıkta soyunur, kendini bir atar, bir havalar... Öyle şeyler yapardık. Ama bunların her odası randevuevi odası gibiydi. Ayol hangi parayla yapıyorsunuz bunları! Halbuki küçük bir tahta ev olur, babadan, anneden kalmıştır o ev. Cumbalıdır, yürüdükçe merdivenleri çatır çutur eder. Evin bir tuvaleti vardır, herkes girmek için sıra bekler. Bunlar böyle olursa güzel olur. Yoksa neydi o bizim çekim yaptığımız evin hali! Adama sormazlar mı nereden geliyor bu derenin suyu diye...
Sibel ATEŞ YENGİN
AKŞAM